ZEKÂT EMRİNİN ÖNEMİ

Islâm Dini, cemiyet nizamını mânevî ve maddî olmak üzere iki temel üzerine kurmuştur. Müslümanın namazı, evrad ve ezkârı cemiyetin mânevî hayatını tanzim ederken, müslüman zenginlerin verdikleri zekât ve sair mal ibadât da maddî nizamı tesis etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in 82 yerinde «îkâme-i salât (namaz kılmak)» ve «i'tâ-i zekât (zekât vermek)» beraber zikredilmiş ve Peygamberimiz (S.A.V.) tebliğ ve tâlimlerinde bu ikisini birbirinden ayırmamıştır. Hatta, o kadar ehemmiyetlidir ki, kendilerine yapılan bîatlarda bile, zekât, hususiyle tasrih edilmiştir.

Hulefâ-i Râşidîn de, bu emri çok büyük bîr titizlik içinde tatbik etmişlerdir. O kadar ki, Halife Hz. Ebû Bekrini's - Sıddık (r.a.) zekât vermekten kaçanlara karşı amansız bir mücadele açmış, bu husustaki kararlılığını şu kesin çizgilerle ifade etmişlerdir :

«Vallahi, Resûlullah'a verdikleri (bir yıllık) oğlağı vermekten imtinâ edenlerle, elim kılıç tuttukça mukalete ve muharebe ederim!»

Zekâta önceden verilen ve şimdi verilmesi gereken ehemmiyet, bu kelimelerden daha güzel neyle ifade edilebilir? Demek oluyor ki, «Ben Müslümanım» diyen ve zekâtla mükellef olan herkesin zekâtını mutlaka vermesi gerekmektedir. Zekâtı vermemenin vebalini taşıyabilecek hiçbir Müslüman yoktur. Zekât, aynı zamanda malın sigortasıdır. Peygamberimiz (S,A.V.) :

«Kim malını korumak istiyorsa zekâtını versin!» buyurmuştur.